Thursday, April 16, 2009

ev arayana sözlük


ev arıyorum a dostlar. ne zor işmiş. emlakçıya kaptırdığın eliniz, kol ve bacak olarak yine emlakçıya geri dönüyor. neyse ki internet var da bazı evleri resimlerinden bakıp eleyebiliyorsunuz. ama kesin bir kural var ki fotoğraf her şeyi olduğundan büyük gösteriyor (hımm aklımda bulunsun bu). bu ilanları inceleye inceleye ayrı bir dil olduğunu fark ettim. ilanlardaki standart kelimelerden bir sözlük yazmadan da olmaz dedim:

sirin: ev diyoruz ama aslinda degil. hepsini birlestirsen normal bir evin banyosundan hallice olacak. ama biz duvarlari kevaşe lilasına boyadik. alcidan zeki muren tarzi ışık aplikleri yaptik. ortaokul ogrencisi bir kizin zevkine uygun hale getirdik. zaten sirin derken de sevimli manasinda degil sirinler koyundeki evleri kast ettik ilham kaynagi olarak.

kutu gibi: bilinen mantik sinirlari dahilinde ancak kopek kulubesi olarak adlandirilabilecek bu mezbeleyi sana ev olarak itelemek niyetindeyiz. hazir misin. kasma fazla kasma

sipsirin kutu gibi: run forest run

keyifli bir daire: şimdi ev o kadar silik ki uygun sıfat bulamadık. şirin desek değil, kutu desek yanlış anlayacaksın. ya balkonunda yarı yıkık bir mangal çakması barbekü vardır, ya da balkondan sarkınca 1 cm2 büyüklüğünde bir leke olarak deniz görülebiliyordur. daha büyük ne keyif olabilir ki?

kaçırılmayacak fırsat: ev elimizde patladı

bakım istemez: 1 kat boya var duvarda, mutfağa da 3. sınıf mdf dolap koyduk. fiyatı ikiye katladık. adam olana çok bile bu bakım.

okasyon: koseyi donunce meshur bir cami/okul/avm var ve bu sana 50bin papele malolacak ahbap. ayrica o koca kicin zenci ve yere cok yakin

yatirima uygun: simdi bu iki farli durumda kullaniliyor.
  1. it baglasan kimlik bunalimina girer. konut basligi altina koyduk tamamen terbiyesizligimizden. eve son çivi cakildigi sene ahu tugba karda donuyodu da kayak hocasi ciplak soyup karla ovmustu, sonra agzindan opmustu, bildin mi o filmi. hah iste onun cekildigi sene. banyo testere 6'nın seti olarak çekinmeden kullanılabilir, mutfak duvarlarında paleontolojik çağdan kalma çok kıymetli duvar resimleri var, mamut kovalayan adamlar falan. oyle gostermelik temel atma torenleriyle duzelmez bu ev agir sanayi hamlesine girismen lazim.
  2. içerde bir kiracı var, çirkef sıçratmadığı kimse kalmadı. biz şirretinden kaçıyoruz sıra sende. artık vurur musun vurdurur musun tamamen senin cinai yeteneklerine kalmış.

bir de ev alma spor ayakkabi al. o kadar cok yurudum ki su son birkaç gunde ayaklarım dile geldi küfür ediyor. bir de ustune benim gibi yokuslu bir semt sectiyseniz ebenizin hiç tanışmadığınız uzuvlarıyla muserref olmaya hazir olun. hele hele butceniz trilyorlar icermiyor ama oyle giris katinda oturmam snoblugundan da odun vermiyorsaniz, cezaniz uc tane asansorsuz 5. kat daireyi ust uste gezmek. toşbillere yan bastiniz.

ozet olarak henuz istedigim daireyi bulamadim ama baldirlarimin yaptigi fazla mesai sayesinde bir elmanin iki yarisi gibi dipdiri bir kicim oldu. sipsirin.


Sunday, April 12, 2009

Instantes

ANLAR - Jorge Luis Borges
Eğer, yeniden başlayabilseydim yaşamaya, 
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum...
ÖLÜYORUM.

old man

İzlerim diye bir kenara ayırmıştım. Sonra nerden esti bilmiyorum. Bir bakalım derken sonuna geldim bir anda. Sen otur biz anlatıyoruz filmlerinden değil. İzleyen de biraz düşünsün, gri hücreler boşuna yer kaplamasın filmlerinden. Tarihe ve dine az bulunur objektiflikte bir bakış açısı. İzlensin.

Filmin kendisi gibi yayılışı da ilginç. İlk çıktığında çok sınırlı bir kesimde kalmış, sinemalarda doğru dürüst gösterilmemiş, pek kimse duymamış. Sonra biri filmin tanıtım dvd'sini korsan yoldan torrent sitelerine düşürünce kulaktan kulağa yayılıp tanınır olmuş, IMDB puanı tavan yapmış, kendi çapında bir fenomen olmuş. Hatta yönetmen filmi internete sızdıranlara teşekkür mektubu bile yazmış.

Thursday, April 9, 2009

Yuccanin hazin oykusu





Evvel zaman icinde bana hukmeden bir komutan vardi. Gel derdi gelirdim, git derdi giderdim. Bugun hava cok guzel ben kapali mekanda oturamam derdi, en guzel acik mekana gotururdum. Mangoda indirim var, sen iceride otur bekle derdi, magazanin ortasindaki koca kanepede benimle ayni kaderi paylasan zavallilarla beklesirdim.

Bir gun komutan is degistirdi. Ben de yeni isi hayirli olsun diye su yanda gordugunuz devasa agaci gonderdim. Ismi Yucca imis. Komutanin hosuna gitti ama kizdi biraz da. Getiren cocugu iceri salmamislar, o da kendi tasimis yukari koca acagi.

Aylar sonra komutanin yeni isyerinin baska bir yere tasinacagi tuttu. Yeni yer cok teknolojik filan oldugundan calisanlarin ciceklerine agaclarin izin yokmus. Komutan odunc olarak verdi Yuccasini bana. Ben de isyerinde masamin yanina yerlestirdim.

Sonra komutanla ayrildik. Komutan da ayrilmamizdan 6-7 ay sonra baska garnizona gitti zaten.

Lehman Brothers batti, AIG kurtarildi. Dolar 1,8 oldu. Hamdolsun kriz Tayyibi teget gecti. Filan derken... Yucca bugun bizim eve geldi.

Esselamün aleyküm ve rahmettullah

Her bordro mahkumunun hayatının bir döneminde çekeceği bela, boyun ağrısı. Dün boyun ağrısı şikayetiyle gittiğim hastanede, doktor şıppadank bildi: bilgisayarla fazla meşgul olmak. Yapma yau!?!

İleri safhalarında boyun kemiğinin düzleşmesi gibi bir durum ortaya çıkıyormuş. Neyse beni boynum hala eğriymiş. Bir tüp Voltaren ile internette rahatlıkla bulunabilen boyun egzersizlerinden verdi.

Wednesday, April 8, 2009

platonu da sevmem zaten


İbrahim Tatlıses gibi ne olsa salya sümük ağlayan, duygularının götürdüğü yere giden baba tarafıma hiç ama hiç çekmemişim. Aklımın iplerini salmam, duygularımla karar vermem. Bu yüzden zaman zaman pembe dizi tadına ulaşan ailemizde ufak bir Hulki Cevizoğlu rüzgarı estirmeme alıştılar. Olağan dışı şeyler de yaparım bolca, planlı asla değilim, ana göre karar değiştiririm. Ama öyle hissettiğim için değil, mantığım öyle buyurduğu içindir. Çoğu kişi hissizlikle ruhsuzlukla suçladı mamafih nafile. O yüzden de asla anlamadığım bir şey var: tek taraflı sevgi.

Önce meseleye mesafem futbol fanatizmiyle . Nasıl bu kadar sever ki insan hiçbir katkısı etkisi olmadığı bir şeyi. Yani ben saatlerce o topa ayağının bironda üç milim kenarıyla vursaydı diye tartışsam, defans oyuncusunun iç yan tendon bağlarındaki lezyonu araştırıp bu hafta oynayamayacak diye kendimi dağlasam, vay efendim sen nası bu maçı kazanamazsınız dersin diye birini doğrasam, sen bizim takıma laf ettin diye arkadaşımla kavga etsem takımıma katkım nedir? Sıfır. Yani televizyonunun başında höykürerek o maçı izleyen taraftarın takımına katkısı kocaman ve mutlak bir sıfır. O zaman başarıyı paylaşmak niye? Gol attık derken ben değil forvet attı o golü. Katkısı varsa kalan on kişinin, teknik elemenaların falan vardır. Öyleyse nasıl kazandık oluyor, ne yaptın ki sen. Kaldı ki insan nasıl bu kadar tek taraflı sevebilir ki? Senin hayatını ezberlediğin kariyerini başından takip ettiğin sakatlığıyla yıkıldığın attığı golle hopladığın aleyhinde konuşan arkadaşlarının sıtkını sıyırdığın o golcü senin patronun seni hergün düzenli olarak yağlı kazığa oturttuğunu, sevgilinin bu ayki muayyen döneminin gereğinden fazla uzadığını, ev kiranın kaç para olduğunu biliyor mu. Ya da bilse de zerre kadar umrunda olur mu. Yolda kıvranırken görse seni kafasını çevirmez mi? E sen manyak mısın o zaman?


daha fenası var, şarkıcı hayranları. tarkaaaaan diye üstünü başını paralayan ergenlerden bahsetmiyorum. onun zaten kulağından hormon damlıyor zavallım, yapabileceği en normal şey konserde histeri krizi geçirmek. Ben böyle kendini şarkıcıyla özdeşleştiren, hayatımda çok özel yeri var mikmik diye beynimi sevenlerden bahsediyorum. Onun şarkıları anlıyordur bir tek seni, yanlızken onun sesi destekliyordur falan fıstık. O zaman o şarkıcıyı değil şarkılarını seviyorsundur, şarkı söylediği kısım dışında hiç bilmediğin koca bir alan var, nasıl extrapolatele doldurursun ki orayı? Hiçbir anlam veremiyorum. Hele biri sezen aksu'dan "sezen çalıyordu radyoda" diye bahsedince, veya "okan'ın programını izledin mi" diyince güneş görmemiş yerlerimi ellemişler gibi oluyorum. Askerlik arkadaşı mübarek. Belki kameralar kapanınca burnunu karıştırıp masanın altına sürüyor ya da ağzını şapırdatarak yemek yiyor. Hiç tanımadığın ve seni hiç umursamayan birini bu kadar içselleştirmek pes doğrusu. Aynı futbolcu hesabı senin onu sevdiğinin onda biri kadar seviyor mu acaba "Şebnem" seni?

Aynı hislerim birebir aşık olup da açılamayan veya karşılık bulamayan ama yine de kıvrım kıvrım kıvrananlar için de geçerli ama o konuya pek giresim yok. Yine de ben seni sevilecek biri olarak görmüyorum diyen birine karşı nasıl hala aşk besler insan, bilemedim tabi. Bu arada Mecnun da Leyla'ya değil aşka aşıktı mealinde laflar edecekseniz yanlış blogdasınız zaten, sağ üstteki çarpıya tıklayıp gönül dostları şiir pınarı sitesini falan açın.

Biliyorum biliyorum, sanat eseri! :)




Tuesday, April 7, 2009

shiny

Ban Ki Moon dramı

Horatio'nun notu: Kanat'cıım yine döktürmüş!

Ban Ki Moon dramı

SIRADAN bir güne uyandım...

Köprü’den eylemciler sallanıyor, Yeşilköy’de havaalanı yakınlarındaki gösteri merkezi yanmakta.


Bir dolu lider, mesela Rasmussen İstanbul’da. Kolu kırık (veya çıkık, her neyse) vaziyette Medeniyetler İttifakı konuşmalarını dinliyor.

Mesela Obama, Melih Gökçek’le Anıtkabir’i ziyaret ediyor.

Dedim ya, sıradan bir gün!

Devamı:
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/11379035.asp?yazarid=25

Monday, April 6, 2009

Kaplumbaga Terbiyecisinin hazin oykusu

Sultan Abdulmecid doneminde Sadrazamlik yapan Ibrahim Ethem Pasanin oglu Osman Hamdi, hukuk ogrenimi gormek uzere Paris'e gonderilir. Istanbul'a donusunde ecnebi buyukelcilerin protokol isleriyle ugrasmak gorevine atanir. Bu gorev vesilesiyle katildigi davetlerden birinde guzel bir hanimla tanisir. Osman Hamdi, hanimin guzelligi ve zerafetinden oyle etkilenir ki gece gunduz onu duslemeye baslar. Bu guzel hanim da ona karsi bos degildir. O davetten sonra sik sik gorusmeye baslarlar.

Bulusmalardan birinde hatunun dogumgunun yaklastigini ogrenen Osman Hamdi, aska gelerek dogumgunu hediyesi olarak verilmek uzere bir resim yapmaya baslar. Bu resmi bitirdigi gunlerde guzel hanimla tekrar bir araya gelirler ancak bu kez hatun kisi kendisine karsi cok alakasiz davranmaktadir. Osman Hamdi bozulur ama belli etmez, baska bir bulusmaya saklar kendini. Maalesef sonraki bulusmalarda da durum degismez, hanimin ilgisi birdenbire kesilmistir. Osman Hamdi, Kaplumbaga Terbiyecisi adini verdigi bu eseri hoslandigi kadina veremez, evinin salonunun duvarina asar.

Not: Bu oykunun su anda bizim evin salonunda asili duran Kaplumbaga Terbiyecisi kopyasiyla hicbir ilgisi yoktur.

Sunday, April 5, 2009

anlamazdim anlamazdiiiim

koca filimdeki tek gercek karakter tarsustan gelen anneydi yaaaa....

maitred: i don't think i understand this , sir

Buyuk bulusma

Efendim benim yakin gelecek icin yaptigim planlar vesile oldu ve biz Herbert bey ile birlikte, Hafiye, Sovalye ve Duella ile bulustuk. Aslinda sevgili melontheroad da gelecekti ama dedesinin vefati uzerine apartopar Ankaraya gitti. (tekrar basiniz sagolsun).

Duella (Hanim!) kendilerini bekledigimiz gibi bulup bulmadigimizi sormustu. O zaman kendisinden tirstigim icin dogruyu soyleyememistim. Simdi cevaplar>>>>

Sovalye tam bekledigim gibi, kafaca uyustugum birisi cikti.
Hafiye bizi canli canli yiyecek diye beklerken kenarda oturup sessiz sakin kahvesini icti.
Duella ise beklentilere paralel olarak cok sey anlatti. ;)
Hepsi de okumus, efendi insanlarmis. Korkacak bir sey yokmus.


Soldan saga: Sovalye, Hafiye, Horatio, Herbert, Duella